Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
07/01/2019

Ariadna Castellanos, İstanbul konseri öncesi sorularımızı yanıtladı

Flamenko, caz, pop ve elektronik müziği harmanladığı besteleriyle parlak bir kariyer süren Ariadna Castellanos, 25 Ocak'ta İş Sanat'ta vereceği konser öncesinde konuştuk.

İspanyol piyanist ve besteci Ariadna Castellanos, virtüözitesi, yaratıcılığı ve farklı stilleri bir arada sunabilen müzikal çeşitliliği ile kendi jenerasyonunun en önemli müzisyenlerinden biri olarak gösteriliyor. Flamenko, caz, elektronik ve pop melodileri harmanlayarak klasik teknik ile doğaçlamayı bir arada sunduğu yeni bir stil oluşturan Castellanos, 25 Ocak akşamı saat 20.30’da İş Sanat’ta müzikseverlerle olacak. Konser öncesinde genç müzisyene merak ettiklerimizi sorduk.

Şarkılarını dinlediğimizde kulağımıza çok farklı türlerden bambaşka tınılar geliyor. Sound’unu ve müziğe bakışını sen nasıl anlatırsın?
Haklısın. Klasik, caz, Flamenko, elektronik, pop… Benim şarkılarımda tüm bu türlere rastlaman mümkün. Piyano eğitimime Londra’da Guildhall School’da klasikle başladım, daha sonra Boston’da Berklee College’da devam ettim ve orada caz öğrendim. Ama bu süreçte farklı tarzlarda müzikler de dinledim. Londra ve New York, dünyadaki modern müzik sahnesinin en önemli merkezlerinden. Orada duyduklarım, dinlediklerim benim müziğimin bir parçası haline geldi. Zaten ben hayatın her alanında çok meraklı, yeni şeyler keşfetmeyi seven ve deneyen bir insanım. Müzikte de böyle… Dolayısıyla müziğimi tek bir sözcükle açıklamak hayli zor. Zaten önemli olan da bir sınıfa sokmaktansa insanlara ulaşabilmesi, onlarda güzel duygular uyandırabilmesi ve beğenilmesi…

Paco de Lucia, Michael Camilo ve Herbie Hancock gibi önemli sanatçılarla müzikal işbirliklerin oldu. Şu sıralarda sana kimler esin veriyor?
Bir defa bu ortak çalışmalarla ilgili kendimi ne kadar şanslı hissettiğimi söyleyerek başlayayım. Hepsi çok büyük ve önemli insanlar ama bir o kadar da tevazu sahibiler. Özellikle de Alejandro Sanz... Fırsatını bulduğu her dakika gençlerin yanındadır. Şu sıralar Sia’nın melodilerini, John Williams’ın bestelerini, Imagine Dragons’u çok beğeniyorum. Ama bu soruyu bana 5 yıl önce sorsaydın Art Tatum diyebilirdim. Yani dinlediklerim, esinlendiklerim her geçen gün değişiyor. Sadece müzisyenlerden de değil, diğer sanatçılardan da çok esin buluyorum. Sinema yapımcılarından, konuşmacılardan, tasarımcılardan… Game of Thrones, Stranger Things yaratıcılarına ve Pixar’ın yaptığı her şeye bayılıyorum!
 


“F. Black & White” albümünle Latin Grammy ödüllerine aday gösterildin. İkinci albümün “MJU:ZIK” de 2016 yılında İspanya müzik listelerinin zirvesindeydi. Şu anda da “Monster” albümünün hazırlıkları sürüyor. Bu kez dinleyicilerini nasıl bir albüm bekliyor?
“Flamenco Black and White”, benim ilk albümümdü. Klasik bir eğitimin ve kariyer başlangıcının ardından sonunda ilk albümümü çıkardım. Çok uzun yıllar Flamenko albümleri dinledim, gitaristleri ve dansçıları gözlemledim, sonrasında kendi bestelerimi yapmaya başladım. Berklee’de müzik okurken de caz öğrendim. “MJU:ZIK”, bir caz piyanistiyle elektronik müzik prodüktörünün bir araya geldiği bir albüm gibi oldu. “Monster” albümümdeki besteler ise tamamen farklı bir öyküye dayanıyor. 2043 yılında hayali bir gezegendeki labirente ve Ariadna mitine… Bu yalnızca bir müzik albümü değil, karakterlerin, mekânların, isimlerin ve zaman tünelinin olduğu hayali bir evren. Dolayısıyla audio-visual (görsel- işitsel) öğeler bir arada olacak. Ocak sonunda single olarak yayınlayacağız, albümün tamamını da Temmuz ayında dinleyenlerle buluşturacağız.

Senin, sanal gerçeklik teknolojisini müzikle buluşturan çalışmalar yaptığını da öğrendik. Anlatır mısın bize?
Elbette. Bu benim çok heyecan duyduğum bir proje aslında. Jorge Barrallo ile sanal gerçeklik deneyimleri ve video oyunları üzerine İspanya’daki ilk müzik stüdyosunu kurduk. İsmi MiiZ. Sanal gerçeklik (VR-virtual reality) teknolojisini ilk keşfettiğimde/öğrendiğimde müzik alanında sonsuz bir deneyime ve olasılığa açık olduğunu anladım. Müziği ve teknolojiyi buluşturma fikrinin içine daldıkça da büyülendim. İlk projemizi PlayStation için yaptık, ikinci projemizin üzerinde çalışıyoruz.

Daha önce birkaç kere Türkiye’ye gelmiştin. 25 Ocak’taki İş Sanat konserin öncesinde nasıl hissediyorsun?
Evet, bu Türkiye’ye dördüncü gelişim olacak. İstanbul, Ankara ve Antalya’yı daha önce gördüm. Her seferinde o kadar güzel bir ilgiyle ve sevgiyle karşılanıyorum ki… Tekrar davet geldiğinde çok mutlu oldum. Üstelik bu kez konserden sonra birkaç gün daha kalacağım, böylece şehri doyasıya görme şansım olacak. İstanbul bence dünyanın en güzel ve yaşayan şehirlerinden biri.