Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
POP-KÜLTÜR
07/11/2018

Gerçek bir Rock'n'Roll efsanesi: Chelsea Hotel

Misafirlerini ilk kez 1886’da ağırlayan ve uzun yıllar New York underground sanat kültürünün çekim merkezi olan Chelsea Hotel’in kültürel mirasına odaklanıyoruz.


New York bohemyasının merkez üssü olan Chelsea Hotel, eşi benzeri olmayan bir kültürel miras. Leonard Cohen, Jim Morrison, Andy Warhol, Bob Marley, Jack Kerouac ve Jason Pollack gibi birçok sanatçıya gerçek anlamda ev sahipliği yapan 250 odalı bu kızıl bina, uzun yıllar boyunca New York sanat aleminin ikinci adresi oldu. Manhattan'ın Chelsea bölgesinde, 7. ve 8. caddelerin arasına sıkışan Chelsea Hotel, 1977 yılında resmi olarak -Tarihi Yapı- özelliği bile kazandı. Onlarca yılın yorgunluğunun ardından 2011’de oldukça geniş çaplı bir tadilata giren Chelsea Hotel, uzun süren restorasyon aşamalarından ardından kapılarını yeni sahiplerine açmaya hazırlanıyor. İçi ne kadar değişirse değişsin RocknRoll ruhunun asla değişmeyeceğinden emin olduğumuz bu muazzam otelde yaşananların bir kısmını sizin için derledik.


Chelsea Hotel sadece dünyaca ünlü isimler ağırlamakla kalmadı, pek çok sanatçıya yeni eserler yaratmak konusunda da ilham verdi. Arthur C. Clarke, 2001: A Space Odyssey'i bu otelde kaleme aldı dersek buranın önemini belki daha iyi anlatmış olabiliriz. Sinema, müzik ve edebiyat alanında pek çok önemli eserin sahneleri, sayfaları ya da notalarında Chelsea Hotel'in ruhundan parçalar karıştı sonsuzluğa.
Sinema, hiç şüphesiz Chelsea Hotel'in görsel mirasının saniyede 24 kare hızında akan "görsel müzesidir". Pop-art akımının fitilini ateşleyen Andy Warhol’un kamerası 1966 yılında Chelsea Hotel'in koridorlarında dolanmaya başladı ve ortaya otelde çekilmiş olan ilk sinema projesi Chelsea Girls çıktı. Bu filme kadar sadece avangart sinemanın ve bu kültürün meraklılarının el üstünde tuttuğu Warhol, Chelsea Girls'le birlikte uluslararası arenada sinema sanatının da mihenk taşlarından biri olarak tarihe adını kazıdı. Warhol'un, Paul Morrissey ile birlikte yönettiği bu filmde Warhol'ün süper star konumuna taşıdığı ve ilham perileri olarak adlandırdığı, dönemin New York'unun en popüler kadınları başrolleri paylaşmaktaydı. Nico, Brigid Berlin, Ondine, Ingrid Superstar ve International Velvet'in can verdiği kadın öyküleri ve Chelsea Hotel'in kadim duvarlarının arasına sıkışan yaşamlar, bu özel filmi kısa sürede kült mertebesine taşımıştı.

 

1967 yılında deneysel sinemacı Shirley Clarke'ın çektiği ve yankıları halen günümüzde de sürmeye devam eden Portrait of Jason adlı belgesel yapım vizyona girdi. Chelsea Hotel'in o yıllardaki müdavimlerinden olan Clarke, belgeseline konu olan Jason Holliday'le bu otelde tanışmıştı. Clarke, o yılların ilk siyahi eşcinsel kabare sanatçılarından biri olan Holliday'le dönemin New York'unda azınlık olmanın zorluklarını gözler önüne seren bir filme imza attı. Film, 2015 yılında ABD'nin kültür mirası kütüphanesi olarak kabul edilen Library of Congress'e seçildi. Portrait of Jason adlı belgeselin çekim aşamasında o kadar fazla olay yaşandı ki bu belgeselin perde arkasını konu edinen, Shirley & Jason adlı bir başka belgesel de 2016 yılında çekildi! Chelsea Hotel, kendi kültürünü yaratmaya devam ediyor anlayacağınız.


Tabii sadece sinema değil, televizyon ekranları da Chelsea Hotel'in koridorlarından kendilerine düşen payı aldılar. 1973 yılında dönemin en çok izlenen televizyon dizisi olan An American Family'nin bir bölümünün tamamı Chelsea Hotel'de çekildi. Bu bölümde New York'u ilk kez ziyaret eden ailemiz Chelsea Hotel'de konaklıyor ve bu mekanın eksantrik tipleriyle aralarında komik sahneler yaşanıyordu. Bu dizi sayesinde ABD'nin büyük bölümü Chelsea Hotel'le ilk kez tanıştı.
1981 yılına gelindiğinde, Chelsea Hotel'in bu defa okyanusun öte tarafından, İngiltere'den, konukları vardı. BBC'nin efsanevi programı Arena, o yıllarda dünyanın dört bir yanını gezen ve ikon olmuş, sanata yön vermiş kültür noktalarını tanıtan bir programdı ve Chelsea Hotel'e tek başına koca bir bölüm ayırmıştı. Genelde her bölümünde farklı bir şehri ya da kültür mabedini tanıtan bu öncü programın bir "otele" tam bölüm ayırması görülmemiş şeydi; ancak dürüst olmak gerekirse Chelsea Hotel de bildiğiniz otellerden değildi!

 

Tüm zamanların en rock'n'roll aşk öyküsü, bir gece Chelsea Hotel'in odalarından birinde son bulmuştu. Sex Pistols’la ünlenen ancak ABD’ye göçünce müzik dünyasında aradığı ilgiyi bulamayan Sid Vicious’un sevgilisi Nancy Spungen’ı bıçaklayarak öldürdüğü iddia edilen oda, Chelsea Hotel’i bir kez daha dönemin gazetelerinde manşetlere taşımıştı. Bu acı olay 1986'da Sid and Nancy adlı sinema filmine ilham vermiş, filmin malum sahneleri bir stüdyo yerine direkt olarak Chelsea Hotel'de çekilmişti.
Bu filmde başrolde gördüğümüz Gary Oldman, 1993 yılında Chelsea Hotel'e geri dönecek ve Romeo is Bleeding filminin pek çok sahnesi burada çekilecekti. Gary Oldman'ın Chelsea Hotel macerası bununla sınırlı kalmamıştı. Ünlü yönetmen Luc Besson'un efsane filmi Léon: The Professional'ın bazı iç mekan sahneleri de yine Chelsea Hotel'de çekilmişti.
2001 yılına gelindiğinde bu defa ünlü aktör Ethan Hawke, yönetmen koltuğundaydı ve ilk uzun metraj filmi olan Chelsea Walls'u yönetmişti. Abel Ferrara ise 2008 yılında bu şahane otele yakışan bir belgesel çekmiş ve Chelsea on the Rocks pek çok sinemasever tarafından kült statüsünde değerlendirilmişti. Gördüğünüz gibi Chelsea Hotel'in ilhamı defalarca kez peliküle yansıtılmıştı ancak otelden ilham alınarak üretilen eserler bunlarla sınırlı kalmadı!


Chelsea Hotel'den ilham alan ve hatta Chelsea Hotel'in adını hep bir ağızdan milyonlara söyleten şarkı sayısı oldukça fazla. Tümüne yer vermek sayfalarımıza sığmayacağı için en özellerinden birkaçını anmayı uygun gördük, kalanını keşfetmek size kalıyor! Andy Warhol'un bir dönemler "it girl" kategorisinde parlattığı Nico, Velvet Underground dersek hemen hatırlayacağınız o sarışın güzel. Warhol'un demin de bahsettiğimiz Chelsea Girls adlı filminde rol alan güzel yıldızın solo albümünün adının Chelsea Girl olması sürpriz sayılmaz. Oldukça başarılı bir albüm olduğunun altını çizelim zira hem Velvet Underground üyelerinin, hem bob Dylan'ın hem de Jackson Browne'un dokunuşları içeren şarkıları var.

 

90'larda rock yıldızlarının kendilerini üne kavuşturan gruplarından ayrılıp solo takılmaları oldukça modaydı. Bu modaya uyan Jon Bon Jovi de ikinci solo stüdyo albümü Destination Anywhere'deki "duraklardan" birini Chelsea Hotel'e ayırmıştı. Midnight in Chelsea'nin aynı zamanda Chelsea Hotel'de çekilen klibi de şahanedir! Adı, Chelsea Hotel dendiğinde akla ilk gelen sanatçılardan olan Leonard Cohen'in Chelsea Hotel #2 adlı şarkısı bugüne kadar sadece hayranlarının değil, kendisine öykünen sanatçıların da dillerine pelesenk olmuştur. Lloyd Cole, Rufus Wainwright, Lana Del Rey ve Phish bu benzersiz şarkıyı yorumlayan isimlerden yalnızca birkaçıdır. Joni Mitchell'ın ilk stüdyo albümü Clouds'un içeriğinde bulunan Chelsea Morning, sanatçının çocukken devasa Chelsea Hotel binasına bakarak kurduğu hayalleri konu edinen bir bestedir.
Müzik dünyasının efsanelerini anmak olur da Bob Dylan'a ayrı bir yer ayırmamak olur mu hiç? Efsane müzisyenin 74 çıkışlı albümü Desire'ın finalini yapan Sara da Chelsea Hotel'de yaşanan olaylardan ilham alan ve Dylan'ın eşine yazmış olduğu çok özel bir şarkı. Dylan, Sara için çok şarkı yazdı ancak böylesini ancak Chelsea Hotel'in anıları yazdırabilirdi! Eminiz Chelsea Hotel yeniden açıldığında daha pek çok sanatçı, eserlerinin ilhamı için bu duvarların arasında buluşacaklar. Belki daha modern bir Chelsea Hotel ziyaretçilerini karşılayacak; ancak kadim ruhu daima ilham vermeye devam edecek.