Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
12/10/2018

Nova Norda şimdi de Varım dedi

Nova Norda'yı durdurabilene aşk olsun! Peş peşe çıkardığı teklilerle bu yıl müzik dünyasına adeta çıkarma yapan genç müzisyen, şimdi de Varım dedi. 

Yerli sahnede ismini son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz elektro pop müzisyeni Nova Norda, Çıktım Bi Yola, Dinazorlar ve Ajda Pekkan’ın Palavra’sına getirdiği farklı yorumun ardından Mayıs ayında yeni teklisi Boşver’i müzikseverlerin beğenisine sunmuştu. Yeni şarkılar üretmeye devam genç müzisyen, şimdi de yeni teklisi Varım ile müzikseverlerin karşısında. Kendi ifadesiyle şu ana kadar en sevdiği tekli olan Varım’ın hikayesini kendisinden dinledik.

Öncelikle yeni teklin hayırlı olsun. Bize biraz Varım'ı anlatır mısın?
Varım, benim şu zamana kadar bestelemekten, düzenlemekten, söylemekten ve çalmaktan en çok keyif aldığım parça oldu. Uzun süredir şunu düşünüyordum: Ne acayip; koskoca kainatın küçücük bir köşesinde yaşayıp gidiyoruz ve bu dünyada kaldığımız mini minnacık süre boyunca hem kendimize hem başkalarına etiketler yapıştırıp, tanımlar yakıştırıp, ruhumuzu kısıtlıyoruz. Biz kendimizi kalın çizgilerle tanımlarken tüm bu keskin yargılar bizi sınırlayarak psikolojilerimizi alt üst ediyor. “Ben şöyle biriyim, o zaman böyle olamam. Öyleysem bu şekilde davranamam” gibi uydurma kurallar koyuyoruz önümüze; kendimize ne kadar büyük bir baskı yaptığımızı fark etmiyoruz bile. Düşündüm, düşündüm ve düşündükçe hem kendimde, hem çevremdekilerde gördüğüm bu anlamsız bariyerleri yıkıp atasım geldi resmen. Ruhumuza haksızlık ediyormuşuz gibi geldi. Bu yüzden her şeye inat, bizi kısıtlayan tüm o hayali tanımlara veda ederek sadece var olmayı kutlayalım istedim bu parçada.
 


Şarkının prodüksiyon aşaması ne kadar sürdü?
Şimdi komik gelecek ama birazdan anlatacağım şey gerçek: Varım’ın ana melodisi, bir sabah 4:15 gibi, ben yatağımda uyurken aklıma düştü. Melodi o kadar hoşuma gitti ki uykum kaçtı ve kalkıp kaydetmeye başladım. Üretim süreci kişiden kişiye değişiyordur eminim ama bende her şey çılgın bir konsantrasyonla başlıyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan uçup giden saatler ve günler oluyor bazen. Sabah akşam başka şey düşünemez oluyorum. O sabah gün ağarmadan aklıma düşen o melodi, 7 gün boyunca -toplam 90 saatte- eve kapandığım bir haftada sayfalarca şarkı sözü ile harmanlanıp baştan sona bir parçaya dönüşürken, ben yemiyor içmiyor, başka şey düşünemiyor, yapboz yapar gibi parçaları bir araya getirmek için çılgıncasına çalışıyordum. Varım, böyle acayip bir akış halinde çıktı Varım. Parçanın demosu bittikten sonra soluğu ikinci evim diyebileceğim Karabalık Stüdyoları’nda aldım ve Canozan ile parçayı son haline getirmek üzere kolları sıvadık. 2 gün sonra parça bitmişti. Çok yoğun geçen bir 10 gündü ama her saniyesinden deli gibi keyif aldım!

Video klibini anlatır mısın?
Seve seve! Görüntüleriyle insanın gözünü gönlünü açan, izlemeye doyamadığım bir klip oldu. Mert Akay’ın yönettiği klip, aynı zamanda dış mekanda çekilen ilk klibim olduğu için benim için ayrı bir yeri var. Ciddi ciddi Mert’in önceki hayatında Tarzan olabileceğini düşünüyorum; çünkü kendisi çekim yaptığımız iki gün boyunca bir saniye bile durmadı. Mert’le beraber dağ tepe koştuk, kaçtık, yerlerde süründük, havalara uçtuk ve sulara girdik... Doğada çekmek Varım’ın ruhuna da çok uydu, insan var olduğunu en iyi doğanın içindeyken anlar ya hani... Mükemmeldi. Baştan sonuna her detayıyla ince ince uğraşıp, sonunda “İyi ki” dediğimiz bir klip oldu hakikaten.
 


Kısa süre önce profesyonel yaşantını sonlandırıp tamamen müziğe odaklanma kararı aldın. Şu ana kadar aldığın bu karardan memnun musun?
Dönüp bakınca bazen ben de kendime şaşırıyorum :) Beyaz yaka hayatı üzerine yapılan çokça eleştiri olsa da -kabul etmek lazım- kurumsal dünyanın yadsınamaz bir konforu var. Önünü görmenin daha kolay olduğu, sana güzel şartlar sağlayan, risksiz bir dünyada yaşıyorsun. O konfora sırtımı dönmek başlarda açıkçası zor geliyordu. Aradan koskoca üç yılın geçmesi, artık işten çıkar çıkmaz piyanomun başına koşup devamlı besteler yapar olmam derken bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmeye başladım. İçimde sanki hayatımı yanlış paralel evreninde yaşıyormuşum gibi bir his vardı. Bu his zamanla o kadar kuvvetlendi ki, beni bu cesaret hamlesine itti. Konforun dünyasından çıkıp risklerin ve belirsizliğin dünyasına geçiş yapacağımı bilmek beni tabii ki ürküttü. Ama bir yandan da ustalık dediğin şeyin tutkudan geldiğine inanıyordum ve güzel üretim yaptığım sürece işlerin bir şekilde yoluna gireceğine de şüphe duymuyordum.

Sonrasında nasıl bir süreç geçirdin?
Yalan yok; ilk single çıkana kadar, hatta çıktıktan sonra bile, o belirsizlikle boğuşmanın çok zor olduğu günler oldu. Bir gün kendime “ne güzel bir şey yapıyorum!” derken diğer gün “napıyorum ben ya?” dediğim oluyordu. Dinleyicilerimin artması ve çok güzel tepkilerin gelmesiyle beraber bu ikilemler de zamanla yok oldu. Varımı yoğumu ortaya koyup müzisyen olmaya karar veriyorsam bu hislerle savaşmak da işin doğasında olmak zorunda. Hatta tam da bu yüzden ikinci single’ım Dinozorlar’ı yazdım ve bana bu hissiyatla baş etmek konusunda çok güç verdi. Uzun lafın kısası müzisyenlik ilham ve yoğun pratik işi. Kurumsal dünyanın içinde var olarak müzisyen tarafımı beslemekte güçlük çekiyordum. Tüm enerjimi ortaya koymadan da istediğim kalitede işler çıkarabileceğimi düşünmüyordum. Kurumsalı bırakmak benim durumumda müzisyen olabilmek için gerekliliklerden biriydi. İyi ki bırakmışım.

Söylesene bu aralar nelere Varsın?
Delicesine dans etmeye. Bağıra çağıra şarkı söylemeye. İşimi aşkla yapmaya. Sınırlarımı zorlamaya. Durmadan öğrenmeye. Her gün değişmeye. Hatalarıma gülmeye. Şu kısacık hayatı kana kana içmeye varım!