Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
11/02/2019

Birol Bali ile fotoğrafçılık ve doğa üzerine Filtresiz bir röportaj

Sosyal medya fenomeni Birol Bali ile ‘Filtresiz’ bir röportaj gerçekleştirdik. Fotoğraf tutkusundan kampçılığa, yurt dışında düzenlediği fotoğraf turlarından doğal hayata merak ettiklerimizi Bali’ye sorduk.


Öncelikle bize kendinden bahseder misin?
Merhaba, ben Birol Bali, namıdiğer @balibey. Instagram’da 390 bin takipçim var ve bol bol fotoğraf çekiyorum. Yaklaşık yedi sene önce kurumsal hayata bir tepki olarak başladığım Instagram paylaşımları o kadar çok ilgi gördü ki daha ilk yılımda hesabım hızla popülerleşti. Bunda elbette İstanbul’un etkisi büyük. İstanbul fotoğraflarım çok ilgi çekti. Daha sonra bu bir mesleğe ve işe dönüştü; Balibey Medya’yı kurdum. Fotoğraf çekimleri, tanıtım filmleri ve sosyal medya projeleri üzerine çalışıyoruz.

Fotoğraf merakın nasıl başladı?
Klasik olacak ama evde babamın 50 mm lensli Canon makinesi vardı, onunla oynaya oynaya bugünlere geldim diyebilirim. Her zaman değişik bir bakış açım vardı. Lisede tiyatro eğitimi de alınca hayata bakışım tamamıyla değişti. Fotoğraflarım ilgi çekince iş dışındaki tüm vaktimi buna ayırmaya başladım. Neredeyse her gün fotoğraf çekmeye çıktım.
 



¨Fotoğraflarım ilgi gördün¨ dedin. Ne tür bir hikaye anlattın?
Hikayemde başrolde martılar var ve başkent İstanbul. Martıları çok seviyorum; özgürce uçmaları, vapurları kovalamaları ve çığlıkları her zaman hoşuma gitmiştir. Ayrıca İstanbul çok görkemli bir şehir. Fotoğraflarımda İstanbul’un doğasını, güzelliğini ve renklerini gösteriyorum. Bu şehrin her yanı bir plato gibi. Bu yüzden fotoğraflarımdan özellikle yabancı takipçilerim çok etkilendi. Kendi açılarım ve renklerim var. Karelerimde ajitasyon bulamazsınız. Yurt dışından misafirlerimiz geliyor, fotoğraflarımı gösterip “Beni buraya götür” diyorlar. Bazen tarihi yarımada, bazen Kuzguncuk... Atatürk Arboretumu da sayemizde meşhur oldu.

Sence filtresiz, güzel bir fotoğraf çekebilmenin sırrı ne?
Öncelikle doğayla iç içe olmak ve kendini doğanın bir parçası olarak kabul etmen gerekiyor. Çok defalar tek başıma ormanlara atmışımdır kendimi. Sessizliğin sesini dinlemek hem huzur veriyor, hem de doğanın işleyişini gözlemleme fırsatı yaratıyor. Günün hangi saatinde, nerede olacağını bildikten sonra her fotoğraf filtresiz güzel oluyor.

¨Kamp hayatı¨ fikri nerden çıktı?
Her fikir gibi yolda çıktı. Yılın yarısını yollarda geçiriyorum. İstanbul bir süredir gürültülü olmaya başladı ve daha sakin olan şehir dışına kaçmaya başladım. Zihin yavaşlamaya başlayınca ortaya daha nitelikli fikirler çıkıyor. Antalya’dan Adana’ya bir rota çizmiştik önceki sene; Adrasan’da deniz kenarından gündoğumu ile başlayıp karlı zirvelere çıkıp sonra yaylalardan şehre geri döndük. Tabii ki bunu arabayla yaptık ve o sırada Toroslar’ın ihtişamını gördüm. Ve keşfedilmemiş olması cazibesini artırdı. Şimdi dört arkadaş çadırlarımızı alıp bol bol yürüyerek 2000 metrelerde kamp yapıyoruz.
 

 

Fotoğraf çekmekten en çok keyif aldığın yerler nereler oldu?
Tuzla’da çektiğim martılı günbatımı fotoğraflarıyla ünlendim, bu yüzden oraya manen çok bağlıyım. Çocukluğum orada geçti, ailem ve akrabalarım hala Tuzla’da yaşıyor. Kapadokya’da sislerin üzerinden balonla yükselip çektiğim efsane kareler var; hepsi sergilik. Dünyada ise Meksika beni en çok etkileyen yerlerin başında geliyor. İnsanları, yaşam biçimleri; Maya, İnka ve Aztek medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bu toprakların her yeri çok etkileyici. Piramitleri gezip tam tepesine çıkma imkânım da oldu tabii ki. Unutulmaz bir andı.

Doğal ve filtresiz bir yaşam senin için ne ifade ediyor?
Uzun zamandır hayat felsefem böyle zaten. Kendimi doğaya attıktan sonra meditasyon ve nefes kurslarına gidip nefes koçu oldum. Hayatın doğal akışına kendimi bırakıp filtresiz yaşamı kucaklıyorum. Gürültülü bir şehirde yaşamak için sağlam bir zihin gerekiyor. İstanbul çok kalabalık ve ben bu felsefeyle ancak filtresiz olabiliyorum. Bu koşturma içinde duygularımızı unutabiliyoruz. Sakinleşip doğal nefese geçince ve zihin de yavaşlayınca özümüze dönüyoruz. Kemdime “Bu kalabalık şehir bize ne hissettiriyor?”, “Doğada olmak hangi duygularını öne çıkartıyor” gibi sorular soruyorum.

Doğa yaşamı ve şehir hayatı arasındaki filtre sence ne?
Doğada az eşyayla yaşamayı öğreniyorsun. Sadece en gerekli araç gereçleri yanına alıyorsun çünkü onları sırtında taşıman gerek. Herkül olsan bile bir süre sonra hepsi ağır gelir. Yolda gördüğün herkesle sohbet ediyorsun; bir “merhaba” demen yeterli. Tanımadığım insanların evinde de kaldım, sofralarında yemek de yedim. O samimiyeti gözlerinde görüyorsun. Sana içtenlikle yardım etmek istiyorlar; hiçbir filtreleri yok. Bir köyden geçerken yol sormak için durduk. Bizi zorla indirtip çay ikram ettiler çünkü misafirdik. Şehirde ise öğretilmiş doğrular var; kılık kıyafetlerin çeşitli olacak, her ortama uygun olacak. İlişkiler, iş ve sosyal ağını geliştirebilecek kişilerle olmalı, ilerde işine yarayacak kişilerle gereksiz samimiyet kurmak zorunda kalabiliyorsun. Bunların hepsini reddettim ve daha doğal yaşıyorum. Onlarca kıyafetim yok. İhtiyacım olursa alıyorum. İş ilişkisi kurmak istediğim biriyle de samimiyetle bağlantı kuruyorum. Filtresiz olmak aslında samimi olmak demek. O samimiyetimi görenler tüm kapılarını açıyor.
 


Çadırının kapısını açtığın ilk an ne görmekten hoşlanıyorsun?
Masmavi gökyüzünü görmek ve tertemiz filtresiz havayı içime çekmekten hoşlanıyorum. 1800 - 2000 metrelerde kamp yapınca bunlar büyük zenginlik. Bir keresinde 1900 metrede gündoğumu izledim, büyük bir kayanın üzerindeydim. 600 metre aşağıda küçük bir yerleşim yeri vardı. O uçurumun başında korkuyla karışık bir mucizeye tanıklık etmek beni benden aldı.

Daha önce hiç kamp yapmamış ve kampçılığı merak edenlere tavsiyelerin ne olur?
Konforlu yaşamlarından sıyrılıp kendileriyle ve doğayla mücadeleye hazırlar mı? Biz çadırlı kamp yapmaktan çok zevk alıyoruz. Artık mücadele gibi gelmiyor ama kışın karların üstünde yatınca soğukla başa çıkmayı öğreniyorsun. Karı eritip minik ocağımızda çay yapıyoruz, o ocakta yemek pişiriyoruz. Bunlar evde yapılacak şeyler değil. Kıyafet meselesi önemli; soğuk diye kat kat giyinince terliyorsun. O yüzden “gerektiği kadar malzeme” ile yola çıkmak gerekiyor. Kamp yapılacak yeri iyi araştırmak lazım ve tecrübeli kişilerden destek almak önemli. En son Toroslar’a çıktığımızda fırtınaya yakalandık, hazırlıklıydık elbette. Tüm gece yağdı fakat yağanın kar olduğunu sandık. Sabah kalktığımızda yağmurun karları erittiğini ve çukurda kaldığımız için çadırı su bastığını fark ettik. Doğada her şey mümkün. Hazırlıklıysanız keyfini çıkarabiliyorsunuz. Kahvaltı yapıp çıkacakken toparlanıp yolumuza devam ettik. Hiç aklımızda olmayan bir yoldan girip bir köyü keşfettik. Bu mevsimde kimse yaşamıyordu ama baharda tekrar gidip o insanlarla tanışmak istiyoruz.

Bundan sonra gerçekleştirmeyi düşündüğün projeler var mı?
Toroslar’da kamp projesi devam edecek. Toroslar, Antalya körfezinden başlayıp Hatay’a kadar uzanıyor. Bu yıl, sınıra kadar etap etap gitmek istiyoruz. Yurt dışı için de bir rota üzerinde çalışıyorum. Avusturya, Almanya, İsviçre ve Fransa’nın hiç gidilmemiş yerlerine gitmeyi planlıyoruz. Fikri bile çok heyecan verici. İki sene önce duyurduğum “Balibey ile Dünya Turu” bu sene kaldığı yerden devam edecek. İzlanda’ya gidip kuzey ışıklarını çekeceğiz, Blue Lagoon’da yüzüp donmuş şelalelere tırmanacağız. Başka bir ay Portekiz’e gideceğiz. Lizbon sokaklarında dolaşıp seramik müzesini keşfedeceğiz. Elbette Belen turtasını yemeden dönmek yok. Uzak Doğu beni hep cezbetmiştir; Singapur, Malezya, Vietnam, Kamboçya, Taylan ve Endonezya da gidilecek yerler arasında. Bu turlara, fotoğrafa meraklı herkes katılabilir. Benim sloganım şu: ¨Bu tur sonunda evinizin duvarlarına asacağınız poster gibi fotoğraflar olacak ve onları siz çekeceksiniz. Ben sadece nasıl çekileceğini göstereceğim”.