Postkolik_Loader
Haberi Paylaş!
RÖPORTAJ
19/01/2018

Cezayirli yönetmen Tony Gatlif, son filmi Aman Doktor'u Postkolik'e anlattı

Ülkemizde geniş bir hayran kitlesi bulunan Cezayir asıllı Fransız yönetmen Tony Gatlif, son filmi Aman Doktor'un hikayesini Postkolik'e anlattı. 


Öncelikle bu kalpten, sıcacık film için teşekkürler… Djam, müzik bir yol filmi olmasının yanı sıra temelinde dünyadaki politik meseleleri, göçmen sorunlarını ve ekonomik problemleri de eleştiriyor. Her şeye rağmen kahramanlarınız umutlarını hiç yitirmiyor…
Çok teşekkürler… Evet, aslında bu film umutları ellerinden alınan genç insanlar üzerine… Anlattığım hikaye bu toprakların genel problemi… Suriye, Türkiye, Avrupa’da olanlar… Evlerinden koparılan, göç etmek zorunda kalan ve onların çalınan umutlarını anlatmak istedim. Gencecik insanların umutları ellerinde alınıyor. Avrupa’daki bankaların tutumları, Yunanistan’daki insanlar bu kadar muhtaç duruma düşecek kadar ekonomik zorlu içinde yaşamaları adil değil…  Bu insanların hikayelerinin anlatılması gerekiyor.

 

Tüm bunları anlatırken hiç şiddet kullanmıyorsunuz…
Birgün böyle olması lazım. Bu bir ütopya olmamalı… Hepimiz bir yerden bir yere özgürce, rahat ve güvenli bir şekilde gidebilmeliyiz.

Filminize esin kaynağı olan hikaye çok ilginç… Bizim paylaşabilir misiniz?
Elbette, bundan 35 yıl önce ilk filmimi çekmiştim. Çingeneler üzerine bir filmdi. Bildiğiniz gibi çingeneler çok dışlanmış, ezilmiş bir topluluk… Onları temsil etmek ve haklarını teslim etmek adına militan bir film yapmıştım. O filmimle İstanbul’daki Fransız Kültür Merkezi beni davet etti. 3 gün boyunca filmi gençler ve öğrencilerle birlikte izledik. Sonra beni Ankara’ya gönderdiler. İngilizcem pek iyi değildi ama vücut diliyle insanlarla anlaşabiliyordum. Burada Fransızlar ve genç Türkler ile tanıştım. Sonra da İzmir’e geldim ve bir sinema yazarıyla tanıştım. Bana Flamenko müziğini, Çingene müziğini biliyorsunuz ama Rembetiko’yu biliyor musunuz, diye sordu. Bilmediğimi söyledim. O da bir gün mutlaka Atina’ya gidip dinlememi söyledi. Birkaç yıl sonra da gittim.
 


İlk kez Rembetiko dinlediğinizde ne hissetiniz?
Müziği dinlediğimde kendimden geçtim. Oryantal müziğe bayılırım. Daha önce Türk filmleri seyretmiştim. Doğu batı arasında bir müzikti. İkisini birden içerisinde barındırıyordu. Hakikatten beni çok etkiledi. Ve bu müziği kullanarak bir film yapmalıyım diye daha o zamanlar karar vermiştim. Araya başka şeyler başka filmler girdi. Arada tekrar Türkiye’ye geldim. İstanbul Film Festivali için de gelmiştim. Ama bu filmi yapmak bu kadar zamanımı aldı işte… 
 


Türkiye’deki sinemaseverler için gerçekten çok özel bir yeriniz var… Sizin için Türkiye ne ifade ediyor?
Ben Türkiye ile ilişkimi hiçbir zaman koparmadım. Türk seyircisi de benimle olan bağını hiç koparmadı. Filmlerimin burada izlendiğini biliyorum. Her zaman buradaki gençlerden mektuplar, mesajlar aldım. Türk kültürünü takip etmeyi, müziklerini, filmlerini izlemeyi hep sürdürdüm. Fransa’da ne zaman bir Türk filmi gösterime girse mutlaka görmeye gittim. Bu filmde anlattığım, insan olarak gördüğüm böyle bir Türkiye… Bu ülkeyle kurduğum bağ bu şekilde… Eleştirecek bir pozisyonda değilim. Benim tecrübe ettiğim böyle bir ülke…
 


Peki bizimle paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?
1990 yılında Kasımpaşa’da bir ayakkabı boyacısını çekmiştim. Bana Cezayir’deki çocukluğumu hatırlatmıştı. Bende orada ayakkabı boyacılığı yapmıştım. Bunu hiçbir şekilde turistlik bir amaç güderek yapmadım. Çok güzel bir sahneydi. Bir sahnede çocuğun koşması gerekiyordu. O sırada çocuk düştü ve dizi yaralandı. O sırada üst kattan bir kadın bir anda sepetin içine çocuğun yarısını iyileştirmek için bir şeyler yolladı. Gözlerime inanamadım. Bu benim için inanılmaz bir şeydi. Benim için Türkiye işte bu demek. Bu ülkeyle ilgili hep güzel hatıralar taşıyorum. Bu filmi de aynı duygularla çektim.